Hayatlarımıza ve haklarımıza sahip çıkmak için sonuna kadar mücadele etmeye devam edeceğiz
Geçmişten bugüne kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet, kadın cinayetleri devam ediyor. Ancak kadınların eşit ve özgür bir yaşam mücadeleleri de dünyanın her yerinde güçlenerek sürüyor.
25 Kasım 1960, Trujillo Hükümeti’ne karşı verdikleri büyük mücadelede sembol haline gelen Mirabel kardeşlerin tecavüz edilerek öldürüldüğü gündür. Mirabel kız kardeşlerin anısı, eşitlik, özgürlük ve insan hakları için verdikleri mücadele, dünyada ve Türkiye’de insan hakları savunucuları ve kadın hareketleri için bir sembol haline gelmiştir. 1999 yılında Birleşmiş Milletler, 25 Kasım’ın “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü” olarak benimsenmesini karar altına almıştır.
Mirabel kız kardeşlere yaşatılanlar 25 Kasım’ın yıldönümünde Şili’de Daniela Carrasco’ya, Suriye’de Xevrin Halef’e yaşatıldı. Dünyanın iki farklı ülkesinde iki kadın işkence ve tecavüze maruz bırakılarak katledildi. Carrasco’nun arkadaşları kaleme aldıkları yazıda “İçimdeki kadın Santiago’nun zorbalarına, diktatörlerine teslim olmayacak.” diye haykırdı. Kadınların yazdığı eşit, özgür şiddetsiz bir dünya mücadelesi tarihi kadınları, kadın haklarını yok sayanların, hedef alanların yazdığı şiddetin tarihinden her zaman daha güçlüdür.
Bugün tüm dünyada kadınlar güvencesizliğe, işsizliğe daha fazla mahkûm edilmekte, yoksullaştırılmakta, eril zihniyete ve aileye mahkûm edilmeye çalışılmaktadır. Kadınların birçok hakkını yüz yıl önce elde ettiği ülkelerde bugün seçme-seçilme, boşanma, sosyal güvenceye sahip olma, eşit işe eşit ücret gibi en temel medeni, sosyal ve ekonomik haklar ayaklar altına alınmaktadır. Eşit işe eşit ücret için, iş yerinde mobbing ve tacize, her türlü şiddete, savaşa, kürtaj yasaklarına, krize, yoksulluğa, işsizliğe, ayrımcılığa, gericiliğe karşı, gerçek demokrasi ve eşitlik, insanca bir yaşam talepleri bugün dünyanın değişik coğrafyalarında duyulmaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini yok sayan dilin sonucunda; 2019 yılının Kasım ayına kadar erkekler tarafından en az 383 kadın arkadaşımız katledilmiştir. Kadın cinayetlerindeki artış ve mahkemelerde katillerin kravat taktığı için indirim aldıklarını bilmekle beraber; erkekler bu cesareti, yargıdan, cinsiyetçi medyadan ve siyasi iktidar temsilcilerinin ayrımcı sözlerinden almaktadır. Kısa bir süre önce defalarca şikâyet ettiği eski kocası tarafından herkesin önünde Emine Bulut katledilirken, “Ölmek İstemiyorum” haykırışı hala kulaklarımızdadır.
Emine Bulut’un “Ölmek İstemiyorum” haykırışı ile ‘Pamuk ipliğine bağlısınız, sözünü her gün duymaktan bıktım’ diyen ve uğradığı mobbinge daha fazla dayanamayıp hayatına son veren 25 yaşındaki sözleşmeli öğretmen Saadet Harmancı’nın son sözleri; kadın cinayetlerine, çocuk istismarlarına, krize, işsizliğe, işçi ölümlerine, doğa talanına,işten atmalara, uzun çalışma saatlerine, ödenmeyen ücretlere kadar hayatımızın orta yerinde duran bütün sorunları da içine alacak biçimde herkesin içinde hissettiği bir isyan cümlesi olmuştur.
Her gün en az üç kadının vahşi bir biçimde katledildiği, yüzlerce kadının şiddet tehdidi altında olduğu için kolluk güçlerine ve yargıya başvurduğu Türkiye’de, binlerce kadının yaşanan adaletsizlikler, yanlış uygulamalar ve haksız yargı kararları yüzünden adalete güven duymadığı ortadadır.
Bütün bunlar için İstanbul Sözleşmesi diyor ki:
- Devlet, kadına yönelik şiddetle bütüncül bir mücadele için kurumsal, mali ve eş güdümlü yapılar kurmalı; etkili, kapsamlı ve birbiriyle koordineli politikalar oluşturmalı.
- Devlet yetkilileri, görevlileri, devlet adına hareket eden tüm aktörler kadına karşı herhangi bir şiddet eylemine girişmekten imtina etmeliler ve toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar üretmeli.
- Kadına yönelik şiddet eylemlerinin mağdurları ile çalışan uzmanlara şiddetin önlenmesi ve tespit edilmesi, kadın erkek eşitliğini, mağdurların ihtiyaç ve haklarını ve ikincil mağduriyetin önlenmesini içeren eğitimler verilmelidir. Herhangi bir şiddet karşısında müracaatta bulunan kadının işlemler sırasında karşısına çıkan kolluk görevlisinden, savcıya, hâkime kadar uzanan tüm aşamalardaki kadroların bu eğitimi alması ve buna göre hareket etmesi gerekir.
- Devlet, özel şirketleri ve işverenleri iş yerinde cinsel taciz de dâhil olmak üzere kadına yönelik şiddeti önlemek için denetim standartları geliştirmeye teşvik etmelidir.
- Devlet, medyayı kadına yönelik şiddeti önlemeye ve kadın onuruna saygıyı arttırmaya yönelik politikaların oluşturulmasına teşvik etmelidir.
- Kadın erkek eşitliğini esas alan, toplumsal klişelerden arındırılmış konuların tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata eklenmesi gerekmektedir.
Türkiye, böylesine önemli bir sözleşmeyi imzalamış olmasına rağmen, kadına yönelik şiddet konusunda 2019 yılı verilerine baktığımızda imzalanan bu sözleşmenin hayata geçirilemediği çok net biçimde görülmektedir.
Eğitimin ve kadına yönelik tüm şiddet biçimlerine karşı mücadelenin en temel vazgeçilmez ilkesi olan toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi adım adım eğitim alanında çıkarılan yasalar, yönetmelikler ve düzenlemeler ile ortadan kaldırılmaktadır.
Türkiye 1985 yılında CEDAW Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi, 2011 yılında İstanbul Sözleşmesi Kadına Karşı Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni imzalamıştı. Kadınların yürüttüğü mücadelenin, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadın cinayetleri konusunda oluşan muhalefetin sonucunda hükümet bu sözleşmelerden kaynaklı yükümlülüklerinin gereğini yapmak zorunda kaldı. MEB ve YÖK toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı hareket etme konusunda adımlar atmaya başladı. Ancak gelinen süreçte cinsiyetçi ideolojilerinin gereği olarak toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef alan, MEB ve YÖK’ün politikalarını belirleyen vesayet mekanizmalarının saldırıları daha da yoğunlaştı. Bu vesayet mekanizması MEB’ in ve YÖK’ ün politikalarını belirleyen temel aktörler haline geldi.
Türkiye’nin de onayladığı Pekin Deklarasyonu 29-30 Ekim tarihlerinde tüm dünyada toplumsal cinsiyet eşitliği için yol haritası oluşturmak amacıyla bir araya gelirken toplumsal cinsiyet eşitliği öğretim programlarından, özel eğitim ve rehberlik programından, sosyal etkinlikler yönetmeliğinden, yükseköğretim programlarından maalesef çıkarılmış durumdadır.
Vesayet mekanizmalarının toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef alan saldırıları sonucunda mücadele ederek elde ettiğimiz kazanımları her geçen gün kaybediyoruz. Adım adım kazanımlarımız MEB ve YÖK tarafından ortadan kaldırılıyor.
Önce; Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü tarafından koordine edilen ‘Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi’ (ETCEP) “Yeniden yazmaya var mısın?” sloganıyla yola çıkılarak 2014 yılında başlatılmış, MEB tarafından 162 okulda öğretmenlere, eğitim emekçilerine verilen eğitim sürecinin tamamlanması sonrasında bazı yayın organlarının, çeşitli vakıf ve derneklerin hedef göstermesi sonucunda proje sonlandırıldı.
Uygulama aşamasına geçilecek proje, Bakan Ziya Selçuk tarafından bir TV programında ‘Toplumsal cinsiyete dayalı okul projesini hayata geçireceğiz.’ açıklamasından sadece 2 gün sonra MEB açıklamasıyla iptal edildi. Milli Eğitim Bakanı ve Milli Eğitim Bakanlığı, bu projeyi televizyon kanalında bizzat bakanın kendisi tarafından yapılan açıklamaya rağmen sahip çıkamadı ve toplumsal cinsiyet eşitliğinden vazgeçti. MEB’ in yasağından hemen sonra YÖK Başkanı toplumsal cinsiyet kavramının Türkiye’nin toplumsal değerleri ve kabulleriyle mütenasip (uygun) olmadığını savundu. YÖK tüm üniversite rektörlerine gönderilen toplumsal cinsiyet eşitliği tutum belgesini web sayfasından kaldırdı. Özel Eğitim ve Rehberlik Genel Müdürlüğü’nün 2019-2020 programında 26 hedef arasında yer alan toplumsal cinsiyet eşitliği hedefi yine vesayet mekanizmalarının hedef göstermesi sonucunda programdan çıkartıldı. Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelikle, MEB Sosyal Hizmetler Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle MEB ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ni tüm etkinlik alanlarından çıkardı. Okullarda STK’lerle, uluslararası kuruluşlarla sosyal etkinlik yapılmasının önünü açtı. 12 Eylül 2019’da açıklanan yönetmeliğin hemen sonrasında ise TÜGVA sitesinden okul öncesinden itibaren tüm eğitim kurumlarında kulüp çalışmalarının hazırlandığını duyurdu. Ardından da MEB artık kulüp rehberliği sorumluluğunu öğretmenlerin elinden alınarak TÜGVA eliyle yürütüleceğini tüm il milli eğitimlere resmi yazıyla ilan etti.
STK’ler adıyla ideolojik çalışma yürüten yapıların toplumsal cinsiyet eşitliğine bakış açısı kamuoyuna yaptıkları açıklamalar ve uygulamaları ile ortadadır. TÜGVA’nın 81 ilde yer alan yapılanmasında bir tane dahi kadının bulunmaması bile kadınlara yönelik bakış açısının bir fotoğrafıdır. Bu yapıların eğitim kurumlarında yürüteceği çalışmaların cinsiyetçi bir yaklaşımla yaşama geçirileceği çok net bir gerçekliktir
Biz toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef gösterenleri, protokol ve işbirlikleri adıyla eğitim kurumlarında ideolojik çalışma yürütenleri Karaman’dan, Aladağ’dan, Kulp’tan, Taşkent’ten, Dikili’den tanıyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliğini yok sayanlar, vakıf, dernek vb. isimlerle protokol imzalayanlar, sosyal etkinlik yapılmasının önünü açanlar kadın cinayetlerinden, kadına yönelik taciz, tecavüz ve şiddetten, çocuk istismarı vakalarından, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim farklılıkları nedeniyle katledilen hayatlardan birincil derecede sorumludur.
Unutulmamalıdır ki hükümet, MEB ve YÖK uluslararası sözleşmelere atılan imzaların gereğini yapmak zorunda, anayasal sorumluluğu olan kamusal eğitim sorumluluğunu yerine getirmelidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği dersi zorunlu hale getirilmeli, müfredat ve tüm eğitim politikaları toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alarak yeniden düzenlenmelidir.
Eğitim Sen olarak iş yerlerimizde, sokaklarda, yaşamın her alanında toplumsal cinsiyet eşitliğini için eylemlerimizle, etkinliklerimizle ve hukuki olarak mücadele ettik, mücadele etmeye devam edeceğiz. Yayınlanan yönetmeliğe karşı dava açtık, hem hukuki hem de eylemsel mücadelemizi sürdüreceğiz.
Hayatın her alanında eşitliği, özgürlüğü, laikliği savunmaya devam edeceğiz. Tüm kadınları kadın cinayetlerine, savaşa, yoksulluğa, ayrımcılığa, otoriterliğe, gericiliğe karşı alanlarda olmaya çağırıyoruz.